Onursal kurucu ortağımız olan merhum Prof. Dr. Veysel Başpınar, zamansız bir şekilde 14/01/2020 tarihinde ebediyete irtihal etmiştir. Teorinin tek başına yeterli olamayacağı, bunun uygulama ile desteklenmesinin gerektiği, ancak iki kanat ile uçmanın mümkün olduğu, bunlardan yalnızca biriyle başka bir deyişle tek kanat ile uçulamayacağı isabetli olarak hoca tarafından savunulmaktadır. Kendisi ile kurucu ortaklarımız arasında fakülte yıllarına dayanan bir arkadaşlık ve bunun neticesinde bir iş birliği meydana gelmiştir. Hocanın katkıları ve bıraktığı izlerin unutulmaması adına, bir nişane olarak web sitemizde hocaya dair ufak da olsa birkaç bilginin yer alması gerektiği kanaatindeyiz.
Prof. Dr. Veysel Başpınar, 1964 yılında Kahramanmaraş’ta dünyaya gelmiştir. 1986 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinden, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde 1988 yılında Yüksek Lisans, 1997 yılında ise Doktora programından mezun olmuş ve Hukuk Doktoru unvanını almıştır.
Askerliğini ise 1998-1999 yılları arasında Kara Harp Okulunda Hukuk Bilimleri öğretim elemanı olarak yerine getirmiş, 2000 yılında Yardımcı doçentliğe atanmıştır. 2000 yılında yardımcı doçent, 2004 yılında Medeni Hukuk Doçenti unvanını almış 2010 yılında da profesörlüğe yükselmiştir.
Aşağıda Veysel Hoca’yı anlatan, onun perdenin arkasındaki görünmeyen taraflarına vakıf olan; eski bir stajyerimiz ve hocanın yakın çevresindeki bir öğrencisinin dilinden, hocaya dair bir kesiti sizinle paylaşmak istiyoruz.
“Hoca nüktedan bir insandı. Şaka yapmayı, fıkra anlatmayı çok severdi. Başa gelebilecek her olay için en azından bir özlü sözü, hikayesi yahut hatırası vardı. Yıl sonunda mutlaka veda dersi yapardı. Bizlere hayat boyu rehberlik edecek tavsiyeler verirdi. Dersi bitirirken “Vedalar gözüyle sevenler içindir, gönülden sevenler asla ayrılmazlar.” derdi.
Veysel Hoca’yı kaybetmek için henüz çok erkendi. Bilgisiyle birikimiyle aydınlatacağı, tecrübelerini aktaracağı birçok nesil vardı. İlmin zekâtı öğretmektir derler. Hoca öğrenmeye meraklı olanları, talep eden talebeleri çok severdi. Hep daha fazlasını öğretmeye çalışırdı. Her ders sorusu olan var mı diye sorardı. Soru sormak onun için bizim derse ilgili olduğumuza, çalıştığımıza dair bir göstergeydi. Çalışma aşığı bir insandı. Güneşin doğduğunu görmeyen adamdan büyük hukukçu olmaz derdi. Biz öğrencilerine de hep çalışmayı öğütlerdi.
Veysel Hoca fakültemizin nadide hocalarındandı. Belki ilk bakışta sert görünürdü ama biraz yaklaşınca ne kadar sıcakkanlı, samimi olduğunu görürdünüz. Öğrencisine bir hoca, baba, ağabey gibi yaklaşan, bizim dertlerimizle dertlenen biriydi. Öğrencilerine vakit ayırmayı çok severdi. Kapısına geleni hiç geri çevirmezdi. Odasındaysa eğer kapısı ardına kadar açık olurdu. Ne olursan ol yine gel demenin hoca için farklı bir biçimiydi bu.
Öğrenciler için hep karnı açtır ve cebinde parası yoktur derdi. O yüzden gerek kendisine soru sormak için gelenlere, meraklılara, herkese fırsat buldukça yedirir içirirdi. Gelen giden yesin diye odasında da her zaman yiyecek bir şeyler bulunurdu.
Coğrafya bilgisiyle bizleri hayrete düşüren bir insandı. Bir kez bile gitmiş olsa gözleri kapalı yolları, geçtikleri yerleri, tarif eder; kendi memleketimizi bizden iyi bilirdi. Anadolu’ydu hoca hepimizdendi, içimizden naif bir parçaydı.
Türküleri çok severdi. Yöreleri gezdiği anlattığı gibi türküleriyle de bilirdi hoca. Kuvvetli bir hafızası vardı, binlerce parçayı ezbere söyleyebilirdi. Hatta türkü bilgisiyle TRT sanatçılarını şaşırttığı bile olmuştur. Sık sık türkü dinlemek için programlara gider, öğrencilerini de götürürdü. Sosyal, kültürel açıdan da bizlere sürekli katkıda bulunurdu.
Gönlü engindi hoca, bizleri kırmazdı. Fakültede olduğu günler saatin kaç olduğuna dikkat etmez bizlerle eğlenirdi. Çok kez odada hocayla vakit geçirirken akşam olur saat 8’i geçerdi. Hele sınav dönemlerinde birlikte Zeki Alasya-Metin Akpınar izler, gerginliğimizi üzerimizden atardık. Ders dışında konuşur, dertleşir çözümler arardık.
Sık sık bize “Bu çeşme bir gün kesilir, akıyorken testinizi doldurun.” derdi. Bize yardımcı olmaya, yol göstermeye gayret ederdi. Fildişi kulesine çıkıp dünya ile irtibatını kesenlerden değildi hoca bilakis bizlere de merdiven uzatıp yanına gelmemizi isterdi.
Hocanın hayatını, yaptıklarını, çektiği zorlukları bilsek; bunları size anlatmayı istesek kelimeler de zaman da kifayetsiz kalır. Bu yüzden sözlerimi daha fazla uzatmak istemiyorum.
Hocamıza layık olmak, öğrettiği yolda, çalışmak ve memleketimize faydalı olmak umarım biz öğrencilerine nasip olur. Başta Ankara Hukuk olmak üzere tüm hukuk camiasının ve milletimizin başı sağ olsun. Seni çok seviyoruz hocam. Mekânınız cennet, makamınız âli olsun.”
